UN VILLAGE
TURC AUX PAYS-BAS
Hollandada Osmanlı mührü
Osmanlı, fetih coğrafyasında yer almayan Hollandada bile belirgin izler bırakmış. Bayrağımızın dalgalandığı Türk köyünden izlenimler... |
![]() |
Hollanda'nın
Belçika sınırındaki Zeeland bölgesinde, Oostburg ilçesine yakın bir noktada,
Turkeijeweg (Türkiye yolu) levhası hemen dikkati çekiyor. Bu nasıl Türkiye
yolu olabilir diye düşünmeye kalmadan, bu sefer de Turkeye (Türkiye) levhası
çıkıyor karşımıza. Şirin bir Hollanda köyü burası ama ismi Türkiye! Benelüks
ülkelerinin ortasında, Kuzey Denizi'ne yakın bir yer. Köye yaklaştıkça
belirginleşen, gönderde nazlı nazlı dalgalanan Türk bayrağı ise insana ister
istemez, 'daha neler' dedirtiyor. Önce Türkiye, şimdi de Türk bayrağı. Köyün
girişindeki ilk evin duvarındaki bir levhada yazılı olanlar ise fotoğraf
karesini tamamlıyor: "Türkiye elçiliği, numara 16."
Bütün bu çok tanıdık unsurlardan sonra, sizi karşılayanların da Türk olmasını
bekliyorsunuz doğal olarak; ama onlar Hollandalı. Buram buram Türkiye kokan
köyün sakinleri Türk değil. Hikâyesini öğrendikten sonra içinde hiç Türk
yaşamayan bu yere neden Türk Köyü dendiği daha bir açıklığa kavuşuyor. Öykünün
başlangıcı 1590-1604 yılları arasına uzanıyor. Zeeland bölgesi, 1600'lerde
Hollanda Prensi Maurits döneminde, İspanyollarla yaşanan savaşlarda en önemli
savunmanın yapıldığı yer. Hollanda için stratejik önemi çok fazla. O dönem
İspanyolların elinde esir bulunan 1400 kadar Türk forsa Hollandalıların
yardımı ile kurtulmayı başarır. Leventler kendilerini kurtaran Hollandalılara
kıyafetlerini ve üç hilalli flamalarını hediye eder. Üç hilalli Osmanlı
flamalarını gemilerine çeken Hollandalıları gören İspanyollar, 'Osmanlı buraya
donanma göndermiş' diyerek geri çekilir. Böylece ülke büyük bir istiladan
kurtulur.
BURADA AY-YILDIZLI LEVHA VAR MI?
Diğer bir rivayette ise Prens Maurits, İspanya'ya karşı Osmanlı'dan yardım
ister, gelen cevapta asker gönderme yerine Osmanlı flamasının kullanılması
önerilir. Gemilerdeki flamaları gören İspanyollar, Osmanlı'dan çekinerek geri
döner. Hollandalı tarihçi yazar De Brock, olayın bir başka boyutunu yazıyor
kitaplarında. İspanyol gemilerinde esir olarak forsalık yapan bir Osmanlı
levendi kaçmayı başararak Hollanda'ya sığınır ve İspanyollar hakkında onlara
önemli bilgiler aktarır. İki ülke arasındaki dostluk ilişkileri bundan sonra
başlar. Rivayetler muhtelif ancak gerçek olan, bu küçük köyün Osmanlı-Hollanda
ilişkilerinde çok önemli bir rol üstlendiği.
Osmanlı'nın fetih coğrafyasında yer alan bir ülke değil Hollanda. Buna rağmen
bu ülkede bile çok önemli etkiler bırakmışız. Hollanda şehirlerinde dolaşırken,
sokak başını döndüğünüzde aniden karşınıza çıkabilen, çok belirgin izler
bunlar. 35 yıldır Hollanda'da yaşayan gurbetçi Şenol Ocaklı, hayatını bu
izleri takip etmeye adamış bir tarih meraklısı. Hoorn'a babasının vesilesiyle
1970'te gelir ve Philips fabrikasında işçi olarak çalışmaya başlar. 1979'da
başladığı serbest gazeteciliği halen sürdürüyor. Hoorn'daki ilk on yılında,
bir binada asılı bulunan hilal-yıldızlı levha nedense hiç dikkatini çekmez.
Türkiye'den gelen bir mühendisin, "Bu şehirde bir binada ay-yıldızlı bir levha
var mı?" sorusuna, "Ne münasebet canım, olsa bilmez miydik?" diye karşılık
verdiğini gülümseyerek anlatıyor.
Yıllardır döndüğü bir köşe başındaki binanın tepesinde asılı bulunan kırmızı
zemindeki hilal ve yıldızın hikâyesini öğrenmekle başlar Osmanlı'nın izini
sürmeye. 1989'da Türkiye-Hollanda Dostluk Köprüsü Cemiyeti'ni kurar. Onu Hoorn
kasabasındaki Türkiye-Hollanda Tarih Müzesi izler. Türkiye'den sırtını
sıvazlamak dışında hiçbir destek alamadığı bu çalışma için imkân sağlayıp bina
tahsis eden sadece Hoorn Belediyesi olur. Hollanda Devlet Arşivleri ile
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'ne girerek, iki ülke ilişkilerinin tarihini
araştıran Ocaklı, sadece yaşadığı ülkedeki Osmanlı izlerini araştırmakla
kalmamış, Türkiye'deki Hollanda'nın da izini sürmüş. Bugün elinde hem Hollanda,
hem de Türkiye ile ilgili geniş bir envanter var.
BİR OSMANLI LALESİ BİR EVE BEDELDİ
Hollanda-Osmanlı ilişkileri denince akla ilk gelen lale olur hep. Doğrusu da
budur çünkü ilişkilerin başlaması ve gelişmesinde bu narin çiçeğin büyük önemi
var. Hollanda, ilk laleyi Osmanlı'dan almış. Bu "has" çiçeğin Hollanda'ya ilk
gelişi ise 1560-61 yılları. Bu sebeple 1960'ta, lalenin Hollanda'ya gelişinin
400. yılı iki ülkede de kutlanmıştı. Çiçeğin nasıl Avrupa'ya taşındığına
gelince
1554'te Avusturya İmparatoru'nun büyükelçisi olarak İstanbul'a gelen
Busbecq, laleyi Avrupa'ya getiren ilk isim aslında. Hollandalı uzman Clusius,
lale soğanını Busbecq'ten alarak, yeni türlerini geliştirir ve ülkesinde
yaygınlaştırır. Özellikle 1630'larda Hollanda'da tam bir lale çılgınlığının
yaşandığı yıllar olur.
Lalenin anavatanı olan İstanbul kendine ait bu değerin farkına yeni yeni
varmaya başlarken, lale günümüz Hollanda'sının en önemli ihraç ürünlerinden.
İstanbul Lalesi'nin Hollanda tarihindeki önemi Hoorn'da adeta duvarlara
kazınmış. İlk geldiği yıllarda çok kıymetli bir ürün olan lalenin bir soğanı
ile bir ev bile satın alınabildiğini söylüyor Ocaklı. Bunun ispatı şehirde
halen varlığını sürdüren Üç Lale Kilisesi. Katoliklerin üç lale karşılığında
Protestanlardan satın aldıkları kilisenin adı bugün bile 'Üç Lale Kilisesi'
olarak geçiyor. Kilisenin duvarına özenle işlenmiş üç lale kabartması ile
karşısındaki 'Üç Lale Kilisesi' yazısı aynen korunuyor. O dönemlerde yine bu
kilise ile bağlantılı olarak, Üç Lale Papazlar Derneği bile kurulmuş.
Şenol Ocaklı'ya göre laleden sonra iki ülke arasındaki en önemli ikinci unsur
Türk Köyü. Bu konulardaki araştırmalarında Laaden Üniversitesi öğretim üyesi
ve Türkiye uzmanı Prof. Alexander De Groot'un büyük yardımını görmüş. Köyün
varlığına, Groot'un Türkiye-Hollanda ilişkileri üzerinde yazdığı kitaplarda
rastlamış ve ilk iş olarak ziyarete gitmiş. Onun defalarca yaptığı köy
ziyaretine bu kez Aksiyon ekibi de katılıyor. Girişte ziyaretçileri Monique
Sturm karşılıyor. Köyün diğer sakinleri bahçede çalışıyor, onun asıl işinin
gönüllü Türkiye elçiliği olduğu kısa süre sonra anlaşılıyor. Evinin girişine
Türkiye Elçiliği yazması boşuna değil elbette. Avrupa'da yaşayan ve köyden
haberi olan gurbetçilerin ziyaret ettiklerini anlatıyor. Sadece 2005'te 150
Türk misafiri ağırlamış. Gelenlerin duygularını kaleme aldığı bir hatıra
defteri bile oluşturmuş. Evin içindeki bütün ayrıntılar Türkiye üzerine.
Seccade, tespih, Türkiye fotoğrafları, Türk gazeteleri, Türk takvimi, Türk
kahvesi, Türk sanatçıların kasetlerine kadar ne ararsanız var.
Girişte göze ilk çarpan ise sanatçı Barış Manço'nun fotoğrafı. Köyü ilk
keşfeden Türk'ün Barış Manço olduğunu söylüyor bize. 1988'de gelmiş ve Monique
ile tanışmış. İşin ilginç yanı, köy sakinleri yaşadıkları yerin adının
anlamını ilk kez ünlü sanatçıdan duymuş. Okullardaki tarih kitaplarında
Türkiye ve Osmanlı hakkında yeteri kadar bilgi verilmediğinden yakınıyor. 400
yıl önce başlayan ancak yıllar içinde unutulan Türkiye bağlantısının tekrar
kurulmasını sağlamış Manço. Onun gelişinden sonra Monique ve eşi Cor Van
Doeselaar iki kez Türkiye turu yapmış. Önümüzdeki yıl ise köyden kalabalık bir
ekiple, Türkiye'ye bisiklet turu yapmayı planlıyorlar.
50 haneli Türkiye Köyü'nden bazıları yazları tatil amaçlı ülkemize
geldiklerini söylüyor. Bayan Sturm, "Manço gelene kadar Türkiye ifadesinin
yerel bir lehçe veya bir İskandinav terimi olabileceğini düşünüyorduk. Onun
sayesinde kavram yerine oturdu. Daha sonra Şenol Ocaklı ile tanıştık ve bize
köyün tarihini anlattı. Bize kendi tarihimizi bile Türkler anlattı, bunun için
minnet borçluyuz." diyor.
TER MUİDENLİLER TÜRK DİYE ÇAĞRILIYOR!
Türk Köyü'nün yaklaşık 13 km. ilerisindeki Sint Anna Ter Muiden Kasabası,
Osmanlı izlerine ev sahipliği yapan bir başka bölge. Kasabanın tam ortasında,
tepesindeki kocaman sarık figürüyle, gelenleri karşılıyor tulumbalı bir
Osmanlı çeşmesi. Yapım yılı 1789. Bu kasabada da Türk yaşamıyor ancak o
bölgeden olanlara 'Türk' diye hitap edildiğini anlatıyor Şenol Ocaklı.
Hollandalı tarihçi yazar De Brock, çeşme hakkında şunları yazıyor: "17. yüzyıl
başlarında, bir Osmanlı ticaret gemisi Kuzey Denizi'nden gelerek Sluis
kanalından geçer ve Ter Muiden şehri limanına yanaşır. Uzun zamandır denizde
olan mürettebat, açlık ve susuzluk çekmektedir, bu sebeple yerli halktan
yardım istenir. Bulaşıcı hastalık olabileceği korkusuyla gemiye yanaşmayan
halktan birisi cesaret ederek mürettebata yiyecek götürür. Buna karşılık
Osmanlılar, Hollandalıların Boegbleed dedikleri gemi arması ile Osmanlı
sancağını şehre hediye eder. Ter Muiden Belediyesi de o dönemin süper gücü
olan Osmanlı'ya teşekkür için tulumbalı bir Osmanlı çeşmesini belediye
binasının önüne inşa ettirir. Yardım alan Osmanlı gemisi İstanbul'a döndüğünde
başlarından geçeni saraya iletir ve bunun üzerine yayınlanan ferman ile bu
şehirden Osmanlı Donanması'na esir düşen olursa ona forsalık yaptırılmaması
emredilir. Ter Muiden sakinlerine Türk denilmesi de bu olaylardan sonra başlar."
KAHVENİN NE DEMEK OLDUĞUNU TÜRK KAHVESİ İÇEN ANLAR!
İki devletin ticari ilişkileri bu olayla sınırlı değil elbette. Tarihçiler
geçmişte, özellikle 19. yüzyılda yaşanan ticari ilişkilerin düzeyine bugün
bile ulaşılamadığı görüşünde. Bunun kanıtlarından birini Leiden şehrinde
bulmak mümkün. Kent merkezindeki üç katlı, ikizkenar üçgen biçimindeki bir
binanın çatı kısmının ön cephesinde sarıklı ve sakallı bir Türkün heykeli
bulunuyor. Belediye kayıtlarına göre bu heykel, tarihteki Türk-Hollanda
ticaretinin bir sembolü. Duvar üzerindeki tarih, 1637. Binada, ön cephenin
çatı ile birleşen kısmında, 'Altın Kaplamalı Türk' anlamına gelen 'In den
vergulden Turk' yazısı ise en az heykel kadar dikkat çekici. İki ülke
ticaretine yönelik bir başka unsur Hoorn şehrinde karşımıza çıkıyor. Turfhaven
caddesindeki Pakhuis isimli binanın duvarına iki Türk ticaret gemisinin
kabartma resimleri yapılmış.
Hoorn şehrinde, Kaag firmasının tarihî binasında 1793'ten bu yana Türk bayrağı
dalgalanıyor. Bu bina aynı zamanda Hollanda'ya Türk kahvesi ve çayını ilk kez
getiren firmanın merkezi. Kahve ve çayın hikâyesi de hayli ilginç. Kaag
firmasının tarihi bir el ilanında aynen, 'kahvenin ne demek olduğunu Türk
kahvesini içen anlar' (Wie Turkse koffie drinkt, weet eerst wat koffie is!)
ibaresi yer alıyor. Yine o döneme ait Konak Kahvesi reklâmları, Türk
kahvesinin buraya İzmir'den geldiğini gösteriyor. Bugün halen Türk kahvesi ve
Türk çayı satışına devam eden mağazanın müdavimleri arasında artık ciddi bir
Türk topluluğu da bulunuyor. Geçtiğimiz yıllarda başka bir girişimci
tarafından satın alınarak birahane yapılmak istenen binanın satışına Hoorn
Belediyesi'nin izin vermediğini öğreniyoruz. Yetkililer binanın tarihî
işlevinin korunmasına büyük önem veriyor.
Hollanda'da son keşfedilen Türk izi ise Amsterdam'da. Padişah Kapısı olarak da
anılan yerin giriş kapısının üzerinde ay-yıldızlı Türk bayrağı levhası var.
Bayrağın hikâyesi de ticari ilişkilere uzanıyor. Hollanda 1625'te Ortadoğu ile
ticareti geliştirmek için yeni bir girişim başlatır. Amsterdam Ortadoğu
Ticaret Komisyonu ve Akdeniz Denizcilik Derneği bu amaca matuf kurulur.
Osmanlılardan peşin parayla ham pamuk ve keten ipliği satın alınır ve ülkede
işlenip satılır. Türk bayraklı bina, Osmanlı tüccarları ile Hollandalıların
buluştuğu bir mekân. Osmanlı'dan gelen tüccarlar ülkede bulundukları süre
içerisinde Hollandalılardan Türk kahvesi ister. İkinci talep ise bir Türk
hamamıdır. Bu binanın kapısındaki Türk bayrağı, Türk hamamının yapıldığı yeri
simgeliyor. Bina halen bir gıda deposu olarak kullanılıyor.
TÜRK KÖYÜNE HENÜZ TÜRK YETKİLİ UĞRAMADI
İki ülke arasında ilk kez 1612 yılında, Hollanda'nın Büyükelçi Cornelis Haga'yı
İstanbul'a göndermesiyle başlayan diplomatik ilişkilerin günümüzdeki en önemli
unsuru, bu ülkedeki Türk toplumu. Lale, Türk Köyü ve ticari ilişkilerden sonra
iki ülke arasındaki gündemi artık eskinin gurbetçileri, şimdinin Hollandalı
Türkleri belirliyor. 1964'te işçi göçü anlaşması imzalandığında Hollanda'da
sadece 400 Türk vardı, bugün ise 400 bin. Bunların büyük çoğunluğu
vatandaşlığa geçmiş ve aralarında yönetim kademelerinde etkin olan pek çok
isim var. Ocaklı, yıllarını verdiği Osmanlı Araştırmaları'nın bu tablo
karşısında daha da önem kazandığı düşüncesinde. Tek isteği ise bu işlere, 'sırtını
sıvazlamanın ötesinde' Türkiye tarafından sahip çıkılması. Ona göre Hollandalı
Türkler yaşadıkları ülkeyi bilmiyor, Hollandalılar da Türkiye'yi. İlişkilerin
Osmanlı dönemindeki durumu ve tarihçesi ise tamamen karanlık bir sayfa. Bu
sayfanın aydınlatılarak, her iki halka da gösterilmesini, ilişkilerin sağlıklı
geleceği açısından şart olarak görüyor. En azından Türk elçiliğinden bir
yetkilinin Türk Köyü'nü bir kez olsun ziyaret etmesini bekliyor. Çünkü köye
bugüne kadar elçi, konsolos veya herhangi bir seviyede diplomatın uğradığı
vaki değil.
Türkiye'nin AB yolunda kaderini belirleyecek ülkelerden Hollanda ile
ilişkilerin daha da gelişmesinde belki de bu küçük köy önemli bir rol
üstlenebilir.
17.04.2006