Fotograf & Röportaj
© Nejat Onursoy
Paris-Temmuz 1998
Yilbasindan sonraydi, Paris'te Ayse Ege ile tanistik. Ayse, Dice Kayek'in, yani Ece Ege ve Alinur
Velidedeoglu'nun da ortak oldugu, Fransa'daki bir moda evinin ortaklarindan birisi, isin
daha çok yönetim kismi ile ugrasiyor.
Öglen yemeginde bile durmayan cep telefonu ile herseyi kendisi ayarlamaya çalisiyor, bir
yandan basin ajansi ile randevusunu erterlerken, öte yandan yeni defilenin mankenlerinin
ne zaman görülecegini saptiyor ve manken ajansina haber veriyor, imzalanacak çeklerin,
onun büroya varisinda hazir olmasi için gereken talimatlari sekreterine ulastiriyor ve
randevusuna onbes dakika geç kalacaginin diger tarafa bildirilmesini istiyor. Tüm
bunlari, mükemmel bir fransizca ile sürdürürken, sanki ayni dilin devamini
konusurmusçasina da benimle söylesini Türkçede sürdürüyor. Her söylediginde,
Türkiye'nin somut gerçeklerini yüzüme birer tokat gibi patlatiyor: "Su anda
Türkiye'deki tekstil makinalari, saniyorum dünyanin en önde gelenleridir, zaten Çin
bir, Türkiye iki demiyorlar mi? Ama bizimkiler, ipligi buradan sokarsin, öbür taraftan
kumas çikar, çikani da su kazana sokarsin çikarirsin, boyanmis olur saniyorlar ve
maalesef de böyle yapiyorlar, ama kazin ayagi böyle degil
" diyor ve devam
ediyor : "Türkiye herseye yatirim yapiyor, insan hariç, dikkat edin, bunca issizin
oldugu bir ülkede gazetelerin insan kaynaklari sayfalarinda hep akli basinda, is bilen
adam araniyor. Biz bu ise basladigimizdan beri, yedi yildir bir Türk Markasini olusturmus
ve dünyanin moda merkezine tasimis olmanin öncü gururunu yasayip, bunu Türkiye ile
iliskilendirmeye ugrasiyoruz, ikimizin de, Ece'nin de benim de dilimizde tüy bitti,
anlatiyoruz, söylüyoruz, gösteriyoruz, olmuyor, yine dönüp Fransa'dan, Italya'dan
aliyoruz kumaslarimizi. Sonuçta düsünürseniz, biz artik markayiz, yani üretimimizi
nerede yaptigimiz ya da yapacagimiz çok önemli degil, bugün Türkiye'dir, yarin Italya
olur, öbürgün Çin'e gider yaptiririz, ama Türkiye'deki üretici bizden yararlanmazsa,
bizim edindigimiz tecrübeye sahip çikmazsa yarin ne yapacak. Türkiye'nin artik fasoncu
mantigindan siyrilip, modaci - marka mantigina alismasi ve bunu bilenlere de sahip
çikmasi gerekiyor, yoksa ne mi olur? Vallahi bize birsey olmaz, sermayedarin birisi gelir
ve bizi de satin aliverir, direnmenin ve beklemenin de bir sonu, siniri var bizim
için."
Ayse Ege ile, Paris'in ünlü Café de Flore'unda öglen yemegimizi yerken
söylediklerini, Dünya Gazetesi'nde yayimlanan, haftalik Nice Mektubu kösemde dile
getirmis ve sagir duvarlara anlatmayi denemistim. O gün bugündür de bu mesele aklima
takilmisti.
Haziran ayinda, Cannes'da, Zeki Triko'nun bir mayo defilesini izledik. 1998 yazinin
neredeyse sonunda "1998 Yaz" adiyla ünlü manken Naomi'nin de büyük paralar
alarak katildigi defile, basinimizda "Zeki Triko'nun Avrupa'ya çikartmasi"
falan gibi basliklarla verildi. Fransa'da yayimlanan dergilerde de, SIPA (Göksin
Sipahioglu) Press fotograf ajansinin dagittigi Naomi resimleri, "nerede ne var"
sütunlarinda yer aldi. Yüzbinlerce dolar harcanarak yapilan isin adresi anlasilan
Türkiye'deki tüketiciye haber olarak ucuz reklam yapakti. Ama su "çikartma yapmis
olmak" isi üzerinde duruyordum ben. Atladim Paris'e gittim. Moda'nin ünlü
adreslerinden Victoire meydanina açilan Du Mail sokaginin 23 numarali binasina varica,
meselenin "çikartma" degil de "isgal" oldugunu anlamakta hiç
gecikmedim.
23, Rue du Mail, 75002 Paris adresine gittiginiz zaman,
iddasiz siyah bir tabela üzerinde DICE KAYEK imzasini
okuyorsunuz. Genis avludan geçip, B kapisna girip de ikinci kata çiktiginiz zaman da
gerçek, batidaki örneklerinin tipa tip aynisi bir modaevindesiniz. Kapiya yigilmis
düzenli ihracat kartonlarinin üzerinde Japonya'nin ve Hong Kong'un adreslerini
okuyorsunuz. Sizi karsilayan Fransiz sekreter hemen içeriye haber veriyor ve randevu ile
geldiginiz bu mekanda, ufak tefek, saçlarini tepesinde toplamis, siyah giysileri ile ve
sabahtan beri bir hay huyun içinde oldugu her halinden belli olan, DICE KAYEK'in
tasarimcisi Ece Ege ile bulusuyoruz.
"Bakin" diyor, "Benim bugüne kadar Türkiye'deki gazetelere söylemis
olduklarimin hemen hemen hiç birisi yazilmadi, tam tersine benim hiç de söylemedigim
bir dolu seyi yazdilar. Türkiye'de gazeteler, kim kiminle nerede ne yapmis meselesini
asamiyorlar, kizdiginiz zaman da 'ne yapalim, bu okunuyor biz de bunu yaziyoruz' yanitini
veriyorlar, yahu biz ömrümüz boyunca üniversiteye mi gidiyoruz, kitlelerin egitimini
kim üstlenecek peki? Siz dogru haberi vermezseniz, kim neyi kimden ögrenecek? Onun için
dediklerimi yazacaksaniz, gelin konusalim
"
Ece Ege'nin tasarimciliginda, en önemli ilklerden birisi babasi. Bursa'nin
Kapaliçarsisindaki, babasinin antikalarla ugrastigi bürosunda geçirdigi orta okul
dönüsü günlerini anlatirken, sanki sürekli olarak babasina tesekkürler yagdiriyordu
: "babam her gün önüme bir konu verirdi, Bursa'nin o ünlü, nefis sebzelerinin,
meyvalarinin satildigi ve herkesin de oradan alis veris edip de nefis yemekler pisirdigi
pazarindaki bir domates tezgahini çizmemi isterdi ya da bir gün bir trafik kazasini
düsünüp de canlandirmami. Çizip götürdügümde, hep bir 'aferim' bekler ama bir
türlü alamazdim, o, çizimdeki yanlislari, kompozisyonun neden havada kalmamasi
gerektigini falan anlatirdi, saniyorum tasarim fikri babamin bu tutumu ile olustu bende.
Sonra annem, her zaman çok hos giyinen bir kadindi, her seferinde 'üfff' derdim kendi
kendime, yine ne güzel giyinmis, ne güzel yakistirmis renkleri
Ayse de çok
heyecanlanirdi onun sikligi karsisinda, pek hosumuza giderdi onun takip
takistirmasi
" Ece, Bursa Maarif Koleji'ni bitirdikten sonra Los Angeles'deki
ünlü mücevhercilerin yetistirildigi bir okula gidip, bu konuda egitim görmek istediyse
de babasi "parmak kadar kiz yalniz basina oralara gidemez" deyince, yegeninin de
okudugu Paris'e gelmis ve ne olup ne olmadigini bilmeden, ünlü modacilarin yetistigi
Esmode'a yazilmis. Buradan mezun olduktan sonra da tesadüfler Ece Ege'nin yakasina
yapismis.
O bu tesadüfleri "yazgilar" olarak algiliyor ve insan hayatindaki herseyin
önceden yazilmis kader oldugunu söylüyor. Nitekim okulunu bitirdikten sonra tanistigi
ve arkadas oldugu bir kizla gömlek isine baslamislar, ama tecrübesizlik ve
bilgisizlikten (kendi deyimi ile) bu isi becerememisler, bugün onlardan bu 'beyaz gömlek
fikrini' kapan bir baska firmanin zincir magazalari olusmus
Ama DICE KAYEK
markasi da böylelikle bundan yedi yil önce, moda dünyasindaki macerali yolculuguna
çikmis
Ece "Sonra bu is yön degistirdi ve lüks moda giyimine dönüstü,
defileler falan filan, birden bire kendimizi devlerin arasinda yürürken bulduk, bulduk
ama
" diyor.
DICE KAYEK markasi ile tamami Türkiye'de üretilmekte
olan ve ap ayri bir anlayisi yansitan DICE markalarinin
tasarimcisi olan ECE'ye, bu isi nasil yaptigini sordugumda kocaman bir iç çekti, ben de
"iç çekmeyi yazamayacagima göre anlatirsaniz
" dedim. O zaman da bu isin
gerçekten zor bir is oldugundan söze girdi: "Bakin, bu isi yapmak için aslinda
okul bitirmek kosul degil, bugün moda dünyasina baktiginiz zaman kaç tane mimar ya da
grafik tasarimcinin ya da baska islerden gelme insanlarin tasarim yaptiklarini
görüyoruz. Okul yalnizca, eger sizde varsa, yetenegin cilanlanmasina yariyor o kadar.
Benim durumuma gelince, sanirim iyi bir gözlemciyim, kimin ne isteyecegini iyi tahmin
ediyorum, biraz da yetenekli oldugumu söylüyorlar, kuskusuz begenen var begenmeyen var,
ama öyle saniyorum ki begenenlerin sayisi daha fazla ki kurtlar sofrasindaki tabagimi
henüz kaptirmadim. Ancak buna ne kadar dayanirim bunu bilemiyorum, çünkü isin rengi
artik degisiyor, benim tasarimciligim bu isin ancak üçtebiri, diger üçtebirini de
para, son kalan dilimi de stratejik kafaya sahip olmak olusturuyor, bunlarin hepsini dogru
olarak birlestirirseniz DEVAM, yoksa TAMAM
Dünya artik 21. Yüzyila gidiyor,
modanin da tanimi degisiyor, artik bugünkü durumunda israr edenler, bir süre sonra,
size isterseniz süreyi de söyleyeyim yani 10 kolleksiyon sonra patir patir
dökülecekler! Bugün çok markali satis noktalari var, yani adamlar geliyor üç tane
ondan bes tane bundan markalari aliyorlar ve satmaya çalisiyorlar, 10'a mal olan 100'e
satiliyor, bundan da kimse memnun degil. Baksaniza insanlar parasizliktan, olani
paylasamiyor olmaktan, savasmaya basladilar yeniden, onun için bu sistem bitiyor artik,
eger kendimizi yeni düzene uyduramazsak, yani yaptigimizi IS haline getiremezsek,
ayyakkabisindan, gözlügüne, parfümünden, tabak çanagina kadar MARKA olamazasak, o
zaman yasama hakki da bitiyor. Bugün Givenchy'nin Christian Dior'un ve daha birçok marka
ve tasarimcinin sahibi dev bir holding. Tasarimcilar ne yapiyorlar? Islerini yapiyorlar,
yani isin 1/3'ünü üretiyorlar, para ve stratejiyi ise ISI BILENLER götürüyor. Iste
benim de Türkiye'de, Türkiye'li tekstilcilere anlatmaya çalistigim bu. Biz Türkiye'den
çikmis öncülerdeniz ve bu kimligimizi de yitirmek istemedigimiz için direniyoruz, yani
yarin bir yabanci sermayedar gelecek ve bize ya ortak olacak, ya da bizi alacak, neden
Türkiye'de, onun sermayesinde kalmayalim. Sanirim bu konulari Ayse ile önceden de
konusmussunuz, ama ben yeniden ve yeniden anlatmak istiyorum. Bu yalniz bizim için degil,
Türkiye fasonculugu birakmak zorundadir, yani, falan ünlü markadan is geldigine
sevinmek zamani bitti, bizim yaptigimizdan örnek alip MARKA olmaya yönelmelidirler,
kumasçisi, fermuarcisi, astarcisi, konfeksiyoncusu birlesmek, devlesmek ve marka olmak
zorunda artik, dünya ile birlikte degismezseniz eger altinda kalirsiniz. Iste bizim de
yasamakta oldugumuz sikinti bu, çünkü biz moda dünyasinin merkezlerinden birisindeyiz
ve onlarla asik atiyoruz
"
Ece Ege'nin dedikleri dogru, dünya tekstilindeki gelismeler hep onun anlatmaya çalistigi
dogrultuda. Tüketiciler artik, suni fiyat artislarindan usanmis ve gerçek fiyatlari
ariyorlar; ürünlerin magaza vitrinlerine gelene kadar geçirdikleri uzun yolculuklarda
fiyatlarinin çok arttigindan artik herkes haberdar ve tüketici her konuda oldugu gibi,
iyi ve dogru ürünü, dogru - uygun fiyata edinmek istiyor. Ece Ege'nin verdigi
örnekteki 10'u 100'e almak istemiyor, ama 50'ye de razi. Bu karlarin da isletmeleri karli
halde tutmasi için devinimin büyük olmasi, yani isletmelerin kendi mallarini kendileri
üretip de satmalari gerekiyor, Ece Ege ile söylesimizde onun ulusal tekstilcilerimize
Paris'ten gönderdigi en önemli mesaji da belki de bu: "Birlesin, Devlesin,
Markaninizi yaratin, Magazanizi kendiniz açin, bunun için de insana yatirim yapmaktan da
korkmayin ! Büyük oynayin, büyük kazanin
"
Dice ve Dice Kayek markalarini olusturmus, bunlarin moda markalar olarak
dünyanin önemli magazalarina satisini gerçeklestirmis ve Paris'in göbegine moda evini
kurmus olan bu iki kardesin arasinda, Türkiye'deki bir reklam ustasinin ne isi oldugunu
sordum Ece'ye. Ece'nin en büyük düsünün bir Hollywood yapiminin kostümlerini
hazirlamak oldugunu da bu konudaki yanitini dinlerken ögrendim.
Uluslararasi alandaki reklamcilik deneyimi ile Alinur Velidedeoglu'nun, sirketteki önemli
görevi de, özellikle Paris disindaki defile organizasyonlarini perstijli ve markanin
büyüklügüne yarasir bir düzeyde halletmekmis. Kisaca söylemek gerekirse, üçlü
bugüne kadar elinden geleni ardina koymamis, hatta Ece'nin dedigine göre, babasi bile
"aferim kizim" demis sonunda, ama Ece Ege önümüzdeki bes yil içinde kazin
ayaginin degisecegini ve bu dansin daha farkli edilecegini söylüyor, telasi ve derin
düsüncelere dalmisligi da bundan.
Paris'in devleri arasindaki en güç islerden birisi olan halkla iliskiler çalismalarini
da kendilerinin yürüttügünü anlatan kardesler, bugün bir defilenin en ekonomik
kosullarda yaklasik 900.000.- franga yani 42 milyara falan mal oldugunu, kendi seçtikleri
mankenlerin de daha bir sezon geçmeden "top model" oluverdiklerini
anlatiyorlar.
1999 Yaz kolleksiyonunun hazirliklarina baslayan Ece Ege'ye, bize biraz sir vermesini
istedim, yani kadinlar önümüzdeki yaz neler giyeceklerdi ? Herkesin ruh haline göre
giyinecegini söyleyerek basladi anlatmaya : "Kötü, bööööle depresif olanlar
yine siyahlar giyinecekler, ben de bayilirim siyaha, ne güzel renktir degil mi? Zaten hep
karamsarimdir. Onun için her kolleksiyonumda siyahlar vardir
Morali biraz daha iyi
olanlar da pembe, uçuk pembe, eski gül rengini giyinecekler.. Beyaz da var tabii. BEYAZ
! Etek boylari, o rüküs boy var ya, tam diz üstü, aslinda ne güzel bir boydur degil
mi? Iste öyle olacak, miniler, transparanlar falan yok, bitti artik onlar, zaten onlari
defilelere fototgrafçilar için koyuyoruz. Yoksa kadinlar kollarinin üst kismini bile
göstermeler, amaaaan, ne zordur kadinlari memnun etmek bilemezsiniz !
"
Dice Kayek ve Dice markalarini olusturup, dünya pazarina oturtan Ayse - Ece
Ege kardeslerin, Türkiye'de "Avrupa'ya çikarma yaptilar, dünyayi
sarsiyorlar
" vb. gibi basliklarla basindaki, alip veremedikleri yok. Onlar
dünya pazari içindeki tecrübelerini yüksek sesle düsünerek Türkiye'ye, kendi
insanlarina anlatma ve aktarmak amaciyla, öncülük görevlerini yaptiklarina inaniyorlar
ve mesajlarini da söyle toparliyorlar: "Bizim bu gün ne kazandigimiz ya da yarin ne
kazanacagimiz çok önemli degil, bir ekmegimiz var ve bunu da paylasiriz, ama
Türkiye'nin, özellikle tekstile bunca yatirim yapmis olan Türkiye'nin, artik 21inci
yüzyilin getirmekte olduklarina gözünü açmasi ve kisa vadeli düsünmeyi birakip,
stratejilerini buna göre kurmasi gerekmektedir. Türkiye'de tekstilin, demirden olan alt
yapisi tamamlanmis, ama insan alt yapisi bombos durmaktadir ve insana, bilgiye, görgüye
deger verilmemekte israr edilmektedir ki, bu yanlistir. Türkiye, dünya pazarinda kendi
markalariyla kosabilmek için yetismis insanlarindan yola çikarak tek birseye yatirim
yapmak zorundadir, o da insanin ta kendisidir !."
Gazeteci olarak, hele hele tekstil sektörünün dergisi olarak bizim görevimiz, onlarin
söylediklerini tartismaya açmak, sizlere ulastirmakti. Ama inanin 23, Rue de Mail'de
kapiya vardigimda DICE KAYEK markasini, öyle sakin tabelasinda gördügümde çok
gururlandim.
Bu söylesinin ardindan Paris'in ünlü Louvre müzesinde açilan Modada Egzotizm
sergisine gittigimde, basin bürosu elime bir brosür verdi. Bu dergide de, Paris'e
Anadolu'nun egzotizmi tasiyan modaci olarak Ece'den söz ediliyor ve Dice Kayek
markasinin da alti çiziliyordu.
Galiba, bu kendi halindeki, ufak tefek kizla, isin yirtici ve usanmaz yöneticisi
kardesinin dediklerinde, Ece ile Ayse'nin söylemlerinde bir dogruluk payi var
Ne
dersiniz?
Çizimler:© Ece Ege - Dice Kayek
|