Fikret Mualla: un mélange d’expressionnisme et de fauvisme et des tableaux pleins de lyrisme et de sincérité

 

FIKRET MUALLA (1903-1967)

Fikret Muallâ (Saygı) est né en 1903 à Istanbul. Boitant à la suite d’un accident et orphelin de mère dans sa petite enfance, son père s’étant remarié, ce très jeune garçon marqué par les évènements devint un être particulièrement nerveux et irascible. Après des études scolaires dans les lycées Saint Joseph et Galatasaray, il poursuivit des études d’ingénieur en Allemagne. En visitant les musées d’Allemagne, de Suisse et d’Italie, il prit conscience de ses dons artistiques pour la peinture et très vite s’initia sérieusement au dessin. Il dessina avec talent des modèles de mode, des gravures qui eurent un grand succès dans les revues allemandes à la mode. Ne recevant plus d’argent de son père dont la situation était devenue difficile, il fut pris en charge jusqu’à l’âge de vingt-cinq ans par un prince égyptien et put rester en Allemagne.

Très porté sur l’alcool, Fikret Muallâ dû subir un long traitement à l’hôpital en 1928. Plus tard il partit pour la France et vécu à Paris parmi les artistes des quartiers de Montparnasse et Saint-Germain. A Paris, il peignit énormément mais n’ayant plus d’argent, il revint en Turquie et devint professeur de dessin dans une école secondaire d’Ayvalık (1934). Ensuite il rentra à Istanbul et dessina les costumes d’opérettes comme Lüküs Hayat, Deli Dolu et Saz Caz. Ces dessins illustrèrent également le livre de poème Varan 3 de Nâzım Hikmet, il prépara des dessins pour des revues et fit une trentaine de tableaux sur Istanbul pour le pavillon turc de la Foire de New York.

Avec l’héritage qu’il reçu à la mort de son père il retourna vivre à Paris en 1939. Asocial, s’adonnant à la boisson, les années passant sa vie devint de plus en plus difficile et déséquilibrée. Pendant un séjour à l’hôpital lors d’un traitement, il peignit pour Dina Viern qui le prit sous sa protection et lui permit d’exposer ses oeuvres pour la première fois en novembre 1954. Après une deuxième exposition il dut retourner dans un asile psychiatrique, c’est à cette époque que Madame Anglés, une de ses fidèles clientes, devint son mécène. En 1962 à la suite d’une paralysie, elle le fit soigner, l’installa et le fit vivre dans sa maison de Reillanne près de Nice. Resté paralysé jusqu’à la fin de sa vie, Fikret Muallâ mourut en juillet 1967 à Nice. En 1974, l’épouse du Président de la République turque de l’époque Fahri Korutürk, elle-même artiste peintre fit revenir le corps de l’artiste en Turquie.

En 1976 une exposition au nom du peintre fut organisée à Ankara avec 108 de ces tableaux, provenant de différentes collections, de ses amis et proches. La plupart de ses oeuvres appartiennent à des collectionneurs privés et ne cessent de prendre de la valeur dans les ventes aux enchères.

Les oeuvres de Fikret Mualla portent les caractéristiques d’un mélange d’expressionnisme et de fauvisme associés, d’une forme de lyrisme enjoué et sincère. Ayant surtout vécu en France ses sujets préférés étaient les cafés, cirques et rues, reflets de sa vie parisienne. La peinture était pour lui une façon de vivre. Il a su transmettre les réalités de la vie aux couleurs et aux formes avec une très grande sensibilité et prit comme modèles les gens du milieu bohème dans lequel il vivait. Il travaillait surtout la gouache pour laquelle il avait une préférence et qu’il pouvait rapidement manier. Il excellait également dans la peinture à l’huile et l’aquarelle. Il est toujours resté indépendant et en dehors de toutes influences académiques et n’a jamais participé aux tendances contemporaines. Il peignait suivant son inspiration, des œuvres pleines d’un lyrisme enthousiaste qui lui était bien particulier.

Mise à jour le : 05.03.2005

Source: http://www.mymerhaba.com/fr/main/content.asp_Q_id_E_2537


İstanbul Modern'den
FİKRET MUALLA RETROSPEKTİFİ (15 Nisan-31 Temmuz 2005)

 
15 Nisan'da açılan İstanbul Modern'in ilk retrospektif sergisi, yaşamı ve yapıtıyla Türk resminin en önemli isimlerinin başında gelen, üstün sanatçı kişiliği kadar trajik yaşamıyla da bilinen Fikret Muallâ'nın (1903-1967) özgün dünyasını tüm boyutlarıyla sunuyor.

"Fikret Muallâ" retrospektifi, sanatçıyı hep sıradışı, çalkantılı, bohem yaşam tarzıyla yansıtan bakışı tersine çevirerek, "ressam" olarak taşıdığı değerin altını çizmeyi, Muallâ'nın yaratıcılığını ve zengin düşgücünü izleyicilerle buluşturmayı amaçlıyor.

Sanatçının resim anlayışının, dönemlerinin ve değişimlerinin kendi içinde bir bütün olarak ele alınıp çözümlenmeye çalışıldığı sergi, yaklaşık 200 eseri bir araya getirmesi itibariyle şimdiye dek yapılmış olan en kapsamlı Fikret Muallâ retrospektifi olma özelliğini taşıyor. Sergide son derece titiz bir incelemenin sonucunda seçilen ve Muallâ'nın dünyasını temsil etme niteliğine sahip olan eserler yer alıyor.

Tematik bir yerleştirmeden çok kronolojik bir düzenlemeyi yansıtan sergi yapıtın bütününü yansıtırken bir yandan da yaşamla örtüştüğü noktalara değinmeyi ve izleyiciye farklı okumalar sunabilmeyi hedefliyor.

Küratörlüğünü Haşim Nur Gürel, Levent Çalıkoğlu ve Ali Akay'ın üstlendiği ve Eti Şirketler Topluluğu desteğiyle hazırlanan sergi, guaj, yağlıboya resimleri, desen çalışmaları kadar mektuplarından fotoğraflarına, trajik hayat hikayesine ve bilinmeyen yönlerine kadar ünlü ressamın zengin dünyasını yansıtıyor.

Etkinlikler takvimi
Sanatçının Ara Güler tarafından çekilmiş fotoğraflarından oluşan bir fotobiyografisi ve bir belgeselin de yer aldığı ve 31 Temmuz'a kadar açık kalacak sergi süresince, farklı eğitim ve ilgi düzeylerinde çocuk, genç ve yetişkinler için Fikret Mualla ile ilgili çalışmalar yapılacak; sanatı, eserleri tanıtılacak. İstanbul Modern gezici eğitim aracı, resimlerin röprodüksiyonlarını liselere taşıyacak. Nazmi Kal'ın sergi için özel çektiği ve "Fikret Mualla" adını taşıyan belgesel, sergi süresince müzenin video ve eğitim odalarında izlenebilecek.

Ayrıca çocuklar için hazırlanan "Fikret Mualla-ABC" kitabının yanı sıra, sergi süresince sınırlı sayıda üretilecek özel Eti Tutku biküvisi kutuları ile 50 bin adet basılan özel Sel-Pak kutu mendillerinde sanatçının "Chianti Şişesi ve Balık" adlı yapıtı yer alacak. Yine sergi süresince müze mağazasında sanatçının çeşitli yapıtlarının yer aldığı kupa, yastık, mum gibi özel ürünler satılacak.

İstanbul Modern Eğitim ve Sosyal Projeler Birimi de, sergiye koşut olarak farklı eğitim ve ilgi düzeyindeki çocuk, genç ve yetişkinler için çalaşımalar tasarladı. Bu kapsamda düzenlenen "Sanat İçin Genç Gönüllüler" tasarısında 15-18 yaş arasındaki topluluklara yönelik gezici eğitim çalışmaları, İstanbul Modern Gezici Eğitim Aracı ile uygulanacak. Sanatçının sergide yer alan resimlerinden seçilen röprödüksiyonlar İstanbul'daki liselere gönderilerek Mualla'nın öğrenciler tarafından tanınması sağlanacak. Sergiyle birlikte, yapıtların sesli etiketi niteliğini taşıyan işitsel turlar da başlayacak. 45 dakika sürecek olan bu turlar İngilizce ve Türkçe yapılacak.

Sergi süresince sanatçının yaşamına tanıklık eden ve onu yakından tanımış Hıfzı Topuz, Rasih Nuri İleri, Zeyrep Yasa Yaman mayıs ayında düzenlenecek söyleşilere katılacaklar. İstanbul Modern Kitaplığı'nda da Fikret Mualla ile ilgili geniş bir yayın derlemesi oluşturuldu.

 

Retrospektif Sergi Nedir?
Sözcük olarak "geriye bakış" anlamını karşılayan Retrospektif Sergi, ressamın yaşamı boyunca gerçekleştirdiği yapıtlardan örneklerin irdelendiği ve değerlendirildiği toplu sergilemeler için kullanılagelen bir terim.


KURATÖRLERDEN...
Serginin kuratörlerinden Ali Akay ve Haşim Nur Gürel sorularımızı yanıtladı:


Ali Akay:
"Mualla'nın resimsel çizgisinde hayatının heyacanını izleyebilirsiniz"

Haşim Nur Gürel:
"Mualla, sadece "yaşayabilmek", "yaşamındaki güzellikleri anımsayabilmek" ve "mutlu olabilmek ve herşeyi unutabilmek" için resim yapmıştır."

Sergi hakkında bilgi verebilir misiniz? Kaç resim sergilenecek? Şimdiye kadar düzenlenen Fikret Mualla sergilerinden farkı nedir?
Haşim Nur Gürel: 244 resim sergilenmekte. Türkiye'nin ilk modern sanat müzesindeki ilk retrospektif olma özelliğini taşıyor. Oya-Bülent Eczacıbaşı Koleksiyonundaki yapıtlar toplu olarak ilk kez sergileniyor. Ara Güler'in Fikret Muallâ fotografları bir sergi düzeninde ve toplu olarak ilk kez sergileniyor. Resimleri ve fotoğrafları yorum metinleri eşliğinde sunan nitelikli bir katalog sergiye eşlik etmekte ve sergi eğitim etkinlikleri ile desteklenmektedir. Geniş bir "marketing" ürünleri yelpazesinin sergi ile eş zamanlı müze dükkanlarında satışa sunulmuş olmaları sayesinde izleyiciler sergiden "bir parçayı", "bir yapıt imgesi"ni kendi evrenlerine taşımak fırsatını da edinmiş olacaklardır…

Serginin üç kuratörünün olmasının nedenleri nelerdir? Resimler nasıl sergileniyor, tematik mi, kronolojik mi?
Ali Akay: Sergiyi üç kuratör yaptık çünkü İstanbul Modern'in başından beri hep bu üçlü olarak çalışıyoruz ve aramızdaki iş bölümü de aynı şekilde mükemmel bir şekilde işliyor. Daha önce 60X60 sergisinden beri aynı şekilde çalışıyoruz. Doğrusunun da bu olduğunu görüyoruz. Ne kadar ahenkiyse ve birbirlerine yardım ediyorlarsa ortak çalısmalar o kadar daha iyi oluyor. Aynı zamanda dünyada da çok kuratörlü sergiler giderek yaygınlık kazanmakta. Kronolojik değil tematik-konseptuel olarak sergiliyoruz başından beri yaptığımız sergilerde.

Sergilenecek resimleri seçerken kriterleriniz nelerdi?

Haşim Nur Gürel: Sergide ressamın ilk yıllarından yapıtların yer aldığı bir dönemsel ve 8 tematik bölüm yer almakta; seçilen yapıtların o ilk dönemi ve sonraki temalar bölümlerini yansıtabilecek nitelikte yapıtlar olmalarına özen gösterildi. Ressamın farklı yıllarda ele aldığı konuları farklı ve benzer yorumlayışlarına da dikkat çekmeye yönelik bir yapıt seçimi söz konusu oldu.

Sergilenecek resimleri nerelerden topladınız?
Ali Akay: Koleksiyonculardan alındı ve titizlikle seçildi.

Sergide yer alan resimler hangi dönem resimlerinden oluşuyor? Hangi teknikteki çalışmalar ağırlıklı?
Haşim Nur Gürel: Sergideki en eski yapıt Rasih Nuri İleri Koleksiyonu'dan ödünç alınan 1927 tarihli "Peysaj"; ressamın 1967'de yaptığını kesinlikle bildiğimiz son yağlı boya natürmortu ise Dr. Safder Tarim Koleksiyonu'ndan…Bu 40 yıllık dönemin hemen her yılından yapıtlar serginin farklı bölümlerinde tematik sunum çerçevesinde izlenilmekte...

Sizce Fikret Mualla resminin, Türk resim sanatındaki yeri nedir?
Ali Akay: Muallâ istisnai bir yere sahip olmuştur, çünkü hayatı da, resimleri de bir mitoloji olarak geçmiştir resim tarihimize. Bu günümüzdeki gençleri heyecanlandırdığına ve de ayrıca bu kadar çok koleksiyoncuyu hareketlendirdiğine göre önemli bir yeri olduğunu rahatça söyleyebiliriz.

Haşim Nur Gürel: Türk Resim Sanatı'nın "Akademi" egemenliğindeki yıllarda ortaya çıkan, "Güzel Sanatlar Akademisi" dışında gelişen ve belli ölçüde yurtdışında da kabul gören önemli resim etkinliklerimizden birisinin yaratıcısıdır. Çeşitli tarzların kol gezdiği dönemlerde kendi özel koşullarının da etkisi ile hiçbir şeyi ve hiç kimseyi takmamış ve sadece "yaşayabilmek", "yaşamındaki güzellikleri anımsayabilmek" ve "mutlu olabilmek ve herşeyi unutabilmek" için resim yapmıştır. Daha çok sezgiselliğin öne çıktığı ve çok fazla bagajı kaldıramayan resim sanatı alanında bu nedenle de başarılı olduğu da ileri sürülebilir.

Sizce Mualla'nın sıradışı kişiliğinin izleri resimlerine nasıl yansımıştır?
Ali Akay: Bu resimsel çizgisinde de hayatının heyacanını izleyebilmekteyiz, çizgilerdeki duyumsallık bu heyecanı bize vermektedir.

Kamuoyunda, Fikret Mualla'nın çarpıcı kişiliği ressam Mualla'nın önündedir. Ressam Mualla'yı geniş kitlelere ulaştırmak için neler yapılmalıdır?
Haşim Nur Gürel: Resimlerine odaklanan, onun çarpıcı desen becerisinin ve üstün renk duyarlılığının incelenmesine öncelik veren eğitim etkinlikleri ve bu sergi kapsamında geniş bir yelpazede üretilen "marketing ürünleri" sayesinde bu sergiden sonra daha geniş bir izleyici kitlesinin sanatçıyı asıl önemli olan "has ressam" kimliği ile de tanıyacağını düşünüyoruz.

 


Hayat Öyküsü
SIRA DIŞI BİR YAŞAM
Trajik yaşamı ve bunalımlarıyla, resminin özgün-kişilikli yapısıyla Fikret Mualla, çağdaş resim sanatımızın kapılarını Batı dünyasına açmayı başarmış ve Batılı kaynaklarda kendi adından söz ettirebilmiş ilk Türk sanatçısı...

Türk resim sanatının en önde gelen ustalarından biriydi Fikret Mualla... Resimlerinden daha çok akılalmaz kişiliği ve sıra dışı hayatıyla tanındı ve anıldı... "Bohem sanatçı" kavramının Türkiye'deki belki de tek örneği olan Mualla, gerçekten de çılgın bir hayat yaşadı... Resmin, alkolun, delilik ile dahiliğin arasında gezinen trajik bir yaşamın izleriydi bunlar...

Genellikle renkli fon kağıtları üzerine guaş boya ile çizdiği resimlerinde, yeteneği erken yıllarda biçimlenmeye başlamış bir sanatçı olarak belirdi. Yaşamındaki savrukluk ve düzensizliğin aksine, resimlerinde konuya ve üsluba hakim bir sanatçı tutumu yansıttı. Paris'in eğlence yerleri, içki salonları, sokakta gezinen insanları, kafeleri, Fikret Mualla'nın irili ufaklı resimlerinde renkli bir anlatımla sergilendi.

Yapıtlarının çoğu bugün özel koleksiyonlarda bulunan Fikret Mualla'nın konuları kahveler, sirkler ve sokaklar gibi Paris yaşamının ayrıntılarından oluşmuştu. Resim onun için bir yaşama biçimiydi. Yaşamın gerçeklerini büyük bir içtenlikle renge ve biçime aktarmış, içinde yaşadığı bohem çevrenin insanını resmine konu olarak almıştı. Daha çok guvaş tekniğine yakınlık duymuş ve bu teknikle çok hızlı çalışabilmişti. Ancak yağlı boyayı da sulu boya ve guvaşı kullandığı ustalıkla kullandı. Resmin kuramsal sorunları onu pek ilgilendirmedi, dış etkilere yabancı kaldı ve çağdaş akımlara katılmadı. İçinden geldiği gibi, öznel, coşkun bir lirizm ile dolu resimler yaptı.

Fikret Mualla, yıllarca birkaç kadeh şarap parası için resim yapmış, her sabah sokağa çıkarken kolunun altına sıkıştırdığı çizimleriyle karnını doyurmuş, bazen de doyuramamış, düşkünler evinde ölüp kimsesizler mezarlığına gömülmüş olağanüstü bir yetenekti.

Hayatı boyunca huysuz, agresif, uzlaşmaz bir kişilikti, Türk ve Fransız akıl hastanelerini, karakollarını mesken tuttu, iflah olmaz bir küfürbazdı. Ancak genellikle resimlerine yansımadı bu; renkleriyle, ne bulduysa onun üzerine yansıttığı sıkı gözlemleri ve anılarıyla, yaşama sevinciyle dolu resimler olarak nitelendi eserleri. Belki de resmini nevrozunun karşı kefesine koyarak yaşamının o ince dengesini kurmaya çalıştı hayatı boyunca...


Talihsiz çocukluk yılları
1903'te İstanbul'da doğdu Fikret Mualla. Düyun-u Umumiye'de ikinci müdür olan Mehmet Ekrem Bey'le, Emine Nevber Hanım'ın oğlu olarak. Moda'da, yıllar sonra bile hasretle anacağı, çok güzel bir çocukluk geçirdi. Saint-Joseph ve Galatasaray Liseleri'nde eğitim gördü. Çocukluğunun ilk hayal kırıklığı, 12 yaşındayken, hayran olduğu, Fenerbahçe sol açığı Hikmet (Topuzer) gibi top koşturmaya çalışırken, ayak bileğini kırıp hafif topal kalmasıdır. Ondan birkaç yıl sonra, okuldan kapıp getirdiği İspanyol nezlesi mikrobu nedeniyle annesinin ölmesi, hayatının tüm akışını değiştirdi.

Babasının, annesinin ölümü üzerinden evlendiği, kendisinden iki üç yaş büyük Behice Hanım'a karşı saldırgan bir tavır içine girip evde huzursuzluk yaratınca, önce teyzesinin yanına, sonra da İsviçre'ye mühendisik okumaya gönderildi (1920). Almanya'ya geçip, Güzel Sanatlar Akademisi afiş ve desinatörlük bölümüne yazıldı, Berlin Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdi. Bu arada bohem hayatla, modern sanat ve aykırı sanatçılarla, alkolle tanıştı.

Ancak Türkiye'de tutunması mümkün olmayacaktı: Dostlarının yardımıyla Galatasaray Lisesi'nde ayarlanan resim öğretmenliğinden, 'bir öğretmene yakışmayacak davranışlar içinde olduğu için' ayrıldı. Araya yine Almanya girdi ve bu kez alkol sorunları nedeniyle Berlin'de akıl hastanesinde tedavi gördü, iki yıl da Fransa'da kalıp yine döndü. Dergilere, gazetelere yazılar yazdı, resimler yaptı. Nazım Hikmet'in Varan 3 ve Benerci Kendini Niçin Öldürdü kitaplarını resimledi, Lüküs Hayat, Deli Dolu, Saz Caz operetlerine kostümler çizdi. Ünlü Alman şair Schiller üzerine bir de kitap yazdı. Beyoğlu'nda, ilgi toplamayan bir kişisel sergi açtı.
Kalan zamanda ise meyhanelerde olay çıkarmakla meşguldü. Bu huylarını inkar da etmedi: Resim yaparken 'sükutu beyninin tepesinde, saçlarının dibinde hissetmezse' yanlış bir işle meşgul olduğunu düşünür ve bundan kurtulmak için önce üç beş kadeh içer, eğer yine geçmezse, fitil gibi olur, çatacak, kavga edecek adam arardı. Söylediğine göre, bu kitle için deliydi. O da 'ruhen fakir bir cemiyetin tufeyli zenginliğinin müthiş düşmanı!'

Fransa'ya göç ve sefalet
Fransa'ya göç etmeden önce, doğal olarak pek anlaştığı Neyzen Tevfik'le Bakırköy Akıl Hastanesi'nde bir yıl kadar birlikte kaldı, New York sergisinin Türk pavyonu için Eyüp, Çamlıca, Üsküdar, Rumelihisarı, Sultanahmet resimleri yaparak çok sevdiği İstanbul'la vedalaştı. 1940'tan 1967'de ölene kadar Fransa'da yaşadı; yine sık sık karakola düşerek, akıl hastanesine yatarak, resimli yazıları aracılığıyla ya da sokakta birebir, düşsel ya da gerçek düşmanlarıyla hesaplaşarak... İkinci Dünya Savaşı yıllarını orada geçirdi, yollardan izmarit topladı, aç kaldı, bazen Paris'in ünlü sokak serserilerine katıldı. Ama Paris Grande Chaumiere Akademisi'nde Othon Friesz atölyesinde de çalıştı, Picasso dahil pek çok sanatçıyla tanıştı. Yine de hiçbir akım içinde yer almadı, tarzını kendi yarattı.

Onu büyük bir sanatçı olarak bugünlere getiren Fransa'da yaptığı resimlerdi; daha çok barları, bistroları, restoranları, sirkleri, genelevleri, oralardaki insanları, sokakları, çıplakları, balıkçıları resmetti, natürmortlar yaptı. Düzensiz, daha doğrusu sefil hayatı, resim üretimini hiç etkilemedi, hızla üretimine devam etti. Kağıt bulamazsa duvarlardaki afişleri yırtıp temiz yerlerine guaj yaptı.

Türkiye'den ve Fransa'dan birkaç sanatsever, zaman zaman ilgilerini esirgemedi ondan; bir-iki Fransız zenginin himayesinde birkaç sergi de açtı. Ancak resimlerini genellikle yok pahasına, günlük içki parasına elden çıkardı. Sonra da resimlerinin 'yağlı Hasan'ın böreği gibi' olduğunu, 'Kırk Haramiler'in eline düşüp Ali Baba'nın hazinesi gibi soyulduğunu' yazdı. Cebine para girer girmez, takıldığı meyhanedekilere içki ısmarladı. Resimlerini çok beğenen Picasso'nun hediye ettiği bir resmi bile ertesi gün o akşamın içkisi için elden çıkardı.

1962 sonlarında beyin kanaması geçirdi, sol ayağı tutmaz oldu, karaciğeri iflas etti. Yine yardımsever bir Fransız sayesinde küçük bir köy olan Reillane'e yerleşti. Ayda en az dört guajla kirasını ödedi, arta kalanlarla geçindi, ilk defa doğru dürüst bir evi oldu. Ancak beş yıl kadar sonra, 64 yaşındayken, sinir krizlerinin şiddeti arttı, aynı yıl düşkünler yurdunda ölüp, kimsesizler mezarlığına gömüldü. Naaşı 1974'te Türkiye'ye getirilerek Karacaahmet Mezarlığı'na gömüldü. Resimleri bundan sonra Türkiye'de değer kazanacak, en pahalı ve en çok sahtesi yapılan ressamları arasına girecektir.



Anektodlarla Fikret Mualla

Neyzen Tevfik'le Bakırköy'de...
(Orhan Koloğlu'nun Fikret Mualla: Bir Garib Kişi adlı kitabından)
.... Başta Neyzen Tevfik olmak üzere sanat çevrelerinin bir sürü kişisi, zaman zaman Bakırköy'ün misafiri oluyordu. Fikret'de Bakırköy Emraz-ı Akliye Hastanesi'nin 27. servisine teslim edildi. Bu seferki, sadece bir alkolden temizleme tedavisi değildi. Ne var ki onda, Neyzen'in rahatlığı yoktu. Neyzen, meyini alsalar bile ney'i ve heyhey'i ile tımarhanede bir imparatorluk kuruyor, kendisine yakın bulduğu insanlar arasında, serbest bırakılıncaya kadar keyifle yaşıyordu.

Neyzen'le aynı hücrede olmak Fikret için şanstı. Herşeyden önce akıllarına gelince küfür etmekte birleşiyorlardı. Neyzen "Sövme Hürriyeti Apolojisi"nde bunu şöyle savunmuştur: "Sövmek sinirleri dinlendirir. Dolayısıyla herkes için meşru haktır. Ben bu hususta hiçbir hudut tanımam... O, büyüktür sövme; diğeri küçüktür, sövme; cahildir, sövme; değeri yoktur, sövme; o halde kime sövmeli? Sorarım size, kime sövmeli? Dolayısıyla sevme hürriyeti olduğu gibi, sövme eşitliği de olmalı. Herkes herkese imkan derecesinde sövebilmelidir."

Beraberce yaşadıkları odada biri ney çalarken, diğeri resim yaparak zamanı dolduruyordu. Neyzen alışkındı:
- İşte böyle evlat! Bizleri böyle arasıra kızağa çekip tamir ediyorlar. Herkese Allah kerim, Fikretle bana da Fahrettin Kerim. Değil mi Mualla?



"Pentürle hayatımı kazanıyorum, daha ziyade kendimi öldürüyorum"
Fikret Adil'e yazdığı mektuptan: (5 Kasım 1946- Orhan Koloğlu'nun Fikret Mualla: Bir Garib Kişi adlı kitabından) 'Pentürle hayatımı kazanıyorum. Daha ziyade kendimi öldürüyorum. Elimdeki avucumdaki ne ölecek, ne de yaşayacak kadardır. Üstüm başım bitik, ne elbisem kaldı, ne de çamaşır, kış fena halde geldi. Müsait ve biraz şehvetli bir satış yapmak gayretlerini arıyorum. Paris'in ücra bir köşesinde dünyadan uzaklaşmakla uğraşıyorum. Maddi mücadele yoruyor. Sanat bu vaveylalı alemde tıpkı bir kedi miyavlaması gibi geliyor bu alem insanlarına...'



Neden Paris?
(Orhan Koloğlu'nun Fikret Mualla: Bir Garib Kişi adlı kitabından)
"Neden Paris?" sorusunun yanıtını en güzel Bedri Rahmi Eyüboğlu vermiştir: "Fikret Mualla'yı yakından tanımış olsaydınız, Paris'i kısaca şöyle tarif edebilirdiniz:
- Fikret Mualla'yı barındırabilen biricik şehir!
Düşünüyorum da, gördüğüm, okuduğum, duyduğum şehirlerden hiçbirinin bu yaradılışta, bu huyda bir insanı bağrına basabileceğine aklım yatmıyor. Bir ressam tasarlayın ki, aklına estiği zaman reim yapmaktan başka hiçbir şeyden sorumlu değil. Haftada üç gün aç susuz dolaşmayı göze almış. Kırlarda böğürtlen toplarcasına sokaktan izmarit toplayıp içiyor. Eşin, dostun yardımıyla birkaç resim satabilirse, ilk işi en sert içkilerle kafayı çekmek, en pahalı yiyeceklerle karnını doyurmak ve en sunturlu küfürlerle etrafındakileri kasıp kavurmak oluyor."



"Picasso mu?" "Tanımıyorum"
(Orhan Koloğlu'nun Fikret Mualla: Bir Garib Kişi adlı kitabından)
... Savaş yıllarında sattığı iki üç tuvalin parasını hemen "ezmeye" gittiği La Palette kahvesinde, her zamanki sağ dip köşedeki yerinde otururken, onu Picasso'ya tanıtırlar.
-"Picasso mu?" dedi. "Tanımıyorum".
Çağının genç, yetenekli ve parasız sanatçılarına yardım eden bu büyük ressam, Fikret'in bazı eserlerini de görmüş ve beğenmişti. Onunla da ilgilendi. Gerçekten de hoşlanmıştı bu genç sanatçıdan. Onu evine davet ettiği gibi, "Fikret Mualla'ya" ithaflı imzalı bir kadın figürünü de hediye etti. Fikret, hemen ertesi sabah, figürü adeti olduğu üzere, ilk önce alt kattaki ressam dostuna teklif ederek satılığa çıkardı. Herhangi bir fiyata razıydı. Eser, sonunda, onu bir hafta durmamacasına içki içirmeyi kabul eden bir açıkgözün elinde kaldı."

Kaynak: http://www.artacademy.com.tr/konu.asp
 

 

Retour: "Les Turcs connus en France"